Kendime soruyorum: Neden yazdım bunca zaman? Neden hâlâ yazıyorum? Cevabı bulmam uzun sürmedi: Yalnız olduğum için. Anlatacak kimsem olmadığı için. Beni anlayacak birinin olmayacağını düşündüğüm için. İşte bu yüzden konuşmuyorum; yazıyorum.
Kendimi en iyi ifade etme şeklim bu olmuş. Konuşmaya kalksam, herkesin ilgisini çekebilecek konular bulamam. Zaten beni anlamaya gönüllü herkes de yok. Fark ettim ki çoğu insan siyaset, ekonomi, futbol gibi gündelik konulardan bahsediyor. Ama bende bunlardan hiçbiri yok. Benim dünyam farklı: psikoloji, felsefe, girişimcilik, hedefler, planlama… Bu konuları konuşacak birini bulmak o kadar zor ki. İşte bu yüzden konuşmak yerine yazmayı tercih ediyorum. Çünkü bir gün beni anlayacak birileri mutlaka çıkacaktır.
Uzaklara Yazılan Dertler
Ne yazık ki bu yazdıklarımı çevremdeki insanlara değil, benden çok uzakta olanlara anlatıyorum. Beni görmeyen, duymayan, hissedemeyen insanlara. En çok canımı acıtan da bu: Yanımdakilere ulaşamamışken, kilometrelerce ötedekilerle daha samimi olabiliyorum.
Bana soruyorlar, “Nasılsın?” diye. Hep aynı cevabı veriyorum: “Çok iyiyim.” Onların şaşırmaları normal, çünkü derdimi yazıya döküp içimde biriktirmeden onlardan önce rahatlamış oluyorum. Klavyenin tuşlarına dokundukça içimdeki ağırlık azalıyor, sanki dertlerim satır aralarına saklanıyor.
Duygularım Klavyeye Döküldü
Bana duygusuz olduğumu söyleyenler var. Belki de haklılar. Çünkü duygularımı klavye üzerine bırakıp geldim. Artık ne üzülmeye, ne sinirlenmeye, ne de fazladan bir duygu yüküne yer var içimde. O yüzden gülüyorum, oynuyorum, yiyip içiyorum. Çünkü bu şekilde rahat ediyorum.
Anlatıyorum ama sessizce. İçimden anlatıyorum. Yazıyorum çünkü başka türlü kendimi anlatamıyorum. Bu benim rahatlama şeklim, var olma biçimim. Yazmak, hislerimi özgür bırakmanın en kolay yolu olmuş.